Gıda sistemimizi derinden bozan COVID-19, aynı zamanda kriz sonrasında da insanların gıda ihtiyaçları konusunda daha bilinçli hale gelmesini sağladı. Ancak, COVID-19 gelecekteki tek tehdit değil. Aslına bakacak olursanız, aşırı hava olaylarının daha sık meydana gelmesine neden olan bir iklim kriziyle karşı karşıyayız ve bu kriz çiftçiler için önemli sorunlar yaratmaktadır.
Yükselen sıcaklıklar, toprağın tuzlanması ve azalan yağış miktarı (hepsi iklim değişikliğiyle ilişkilidir) verim üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir.
Bu iklim kriziyle yüzleşirken, değişen iklime uyum sağlayabilen mahsuller yetiştirmemiz gerekiyor. Buda bitki ıslahçılarının ürün çeşitlerinde dayanıklılığı arttırmaya odaklanmasını gerektirecektir.
İkinci Dünya Savaşını takip eden yıllarda öncelik, gıda güvenliğini sağlamak ve yıkıcı bir kıtlıktan kaçınmaktı. Yeşil devrim, verimliliği arttırmak amacıyla tarıma endüstriyel ve bilimsel bir bakış açısı sağladı. Bunu takip eden yıllarda ise tarımda kimyasalların kullanımı rutin bir hale geldi.
1970 ile 1990 arasında gübre uygulamaları %360 artarken, pestisit kullanımı yılda %7-8 arttı. Bu dönemde sanayileşme araçlarından biride bitki ıslahıydı. “Yeşil devrimin babası” olarak adlandırılan Norman Borlaug, daha yüksek verimli buğday çeşitleri yetiştirmesinden dolayı Nobel Barış Ödülü kazandı. Verime odaklanma günümüzde de halen devam etmektedir.
Aslında mikro ekonomik açıdan bakıldığında verime odaklanmak mantıklıdır. Pazarın talepleri ve güçleri, bitki ıslahçılarını daha verimli çeşitler geliştirmeye teşvik etmektedir. Yeni bir çeşidin oluşturulması maliyetli ve zaman alıcı olduğu için, ıslah firmaları pazarda talep gören ve satılabilecek çeşitler üzerine yoğunlaşır.
Fakat yıllar geçtikçe bitki ıslahındaki bu yaklaşım, homojenleşme yolunda ilerlemiştir. Verimi sürekli artırma dürtüsü, diğer özelliklerin marjinalleşmesine ve çeşitlerin kaybına yol açmıştır. Yetiştiriciler artık öncelikle tutarlı ve öngörülebilir özelliklere sahip bir ürün yaratan tohumları mümkün olduğunca çabuk üretmeye çalışıyorlar.
Küreselleşmiş yetiştiriciler için diğer bir önemli husus ise, ürünün iyi seyahat edip edemeyeceğidir. Yani ürünün dünyanın herhangi bir yerine kolayca taşınabilmesi ve bozulmadan seyahat edebilmesi çok önemlidir.
Verimi artırmaya yönelik bu odaklanmanın merkezinde, büyüyen bir küresel nüfusu beslemek için GDO mahsullerin gerekli olduğu savunulur. Biyoteknoloji şirketleri, gen düzenlemesine izin veren CRISPR gibi yeni bitki yetiştirme teknikleri olmadan küresel gıda güvenliği sağlamanın imkansız olacağını savunuyorlar.
Yine bu şirketler, iklim değişikliği ve küresel ısınmadan dolayı kimsenin aç kalmaması için, “iklim dostu” olarak adlandırdıkları bu mühendislik ürünü bitkileri çiftçilerin sahiplenmesi gerektiğini iddia ediyorlar.
Tabiki de bu yanlış bir söylemdir. Açlık, siyasi ve ekonomik reformlarla ele alınması gereken yapısal bir konu olup, yoksullukla bağlantılıdır. Açlığın yeni bitki yetiştirme teknikleriyle çözülebileceğini söylemek gerçekçi değildir.
Gerçek şu ki, zaten dünyayı beslemeye yetecek kadar gıda üretiyoruz, bu yüzden bu bir güç ve dağıtım sorunudur. Küresel Kuzey ve küresel Güney, Dünya'nın lütfettiklerini eşit bir şekilde sahip olana kadar, gelişmekte olan ülkelerdeki gıda güvensizliği devam edecektir.
Bitki ıslahında verime öncelik vermemiz gerekiyor. Küresel sıcaklıklar yükselmeye devam ettikçe ve aşırı hava olaylarının sıklığı arttıkça, ürünlerimizin değişen ortama uyum sağlayabilmeleri için dayanıklı bir şekilde yetiştirilmesi gerekiyor.
İlgili Ürünler
Genetik olarak özdeş monokültürler, özellikle hastalığa karşı savunmasızdır ve iklim değişikliğinden kaynaklanan strese maruz kalma olasılığı daha yüksektir. Değişen iklimlere veya artan baskılara daha iyi adapte olabilen ve uyum sağlayabilen mahsuller yetiştirmek, tüm gıda sistemimizin gelecekteki krizlerde daha iyi hayatta kalabileceği ve iyileşebileceği anlamına gelecektir.
Bu artan direnci elde etmek için mahsul çeşitlerimizde daha fazla çeşitliliğe ihtiyacımız var. Gezegenimizin geniş olan biyolojik çeşitliliğini korumak için mahsullerimizin biyolojik çeşitliliği çok önemlidir. Gezegenimizin biyolojik çeşitliliğinin içsel değeri ölçülemez ve ürünlerdeki biyolojik çeşitliliği korumak çiftçilere her zaman fayda sağlar.
Tabiatta kendi kendine yetişen bir çok bitki, zorlu ortamlarda hayatta kalmak için nesiller boyunca doğal olarak adapte olmuştur. Bununla birlikte, artan üretkenlik ve verim dürtüsü nedeniyle bu çeşitler gözden kaçmış ve unutulmuştur. Yerel ırkların verimi daha düşük olsada, aşırı hava olaylarıyla daha iyi başa çıkabilirler. Örneğin, Meksika'daki küçük ölçekli mısır üreticileri, daha yüksek sıcaklıklarla başa çıkabilen yerel türler yetiştirdiler. Bu türler daha iyi hayatta kalabildikleri için, genel olarak daha iyi gıda güvenliği sağlarlar.
Bu farklı çeşitler, tohum biriktirme uygulaması yoluyla nesilden nesile aktarıldı. Yeşil devrim sonrasında, özellikle yerli topluluklardaki çiftçilerde, tohum biriktirme geleneğini azalmaya eğilimine girdi. Bu düşüş yüksek kaliteli tohumlar olan F1 hibridizasyonlu tohumların popüler hale gelip kolay ulaşılabilmesinden kaynaklanmıştır.
F1 melezleri, tek tip ve güçlü yavrular üretmek için iki farklı çeşit bir araya getirildiğinde oluşturulur. Bununla birlikte, F1 melezlerinin yavruları gelecek nesilde sürekli olarak ebeveyn özelliklerini göstermediğinden, gelecek nesil F1 tohumlarının özelliklerinde bir tutarsızlık olma eğilimi vardır.
Bunlara ilave olarak, günümüzde bir çok tohum şirketi, çiftçilerin her yıl yeni tohum satın almasını istemektedir. Tohum biriktirmeye ek olarak, geleneksel bitki ıslahı, çeşitlilik ve dayanıklılıktan ödün vermeden verimli çeşitler üretmeye yardımcı olabilmektedir. Açık tozlaşma gibi geleneksel ıslah yöntemleri, değişen iklime uyum sağlamaya yardımcı olabilecek ticari mahsülleri çiftçilere sağlayabilmektedir. Düşük teknoloji ve maliyetli olan bu tür bitki ıslahlarının GDO’lu bitkilere göre daha hızlı ve etkili olduğu kanıtlanmıştır.
Ancak bitki ıslahı resmin sadece bir bölümüdür. Tarladan tüketiciye kadar sistemin genelinde dayanıklılığa ihtiyaç vardır. İşin temel misyonu sistemi sürdürülebilir bir geleceğe kaydırmaktır. Sürdürülebilir gelecek nesiller ve dirençli bir gıda sistemi inşa etmek için, çeşitliliği korumak ve daha geniş tohum kullanımlarını içeren sürdürülebilir yetiştiricilik yöntemlerine doğru bir geçiş yapılması gerekmektedir. Bu dış girdilere olan bağımlılığı azaltırken daha güçlü sosyoekonomik direnci teşvik eden agroekolojik uygulamalara dayanmaktadır.
Çiftçilerin daha sürdürülebilir tarım uygulamalarına geçebilmelerini sağlamak için agroekolojinin devletler tarafından desteklenmesi gerekiyor. Ülkeler salgın sonrasında odaklarını geleceğe kaydırmaya başladığında, devletler sürdürülebilir tarıma yönelik desteklerin artmasını isteyecek ve tohum çeşitliliğinin ve dayanıklılığının önemini, daha iyi bir gelecek inşa etmede, kilit bir unsur olarak vurgulamaya devam edecektir.